15 Aralık 2014 Pazartesi

Ahtapot sert oynuyor

Yeni sezonda programına 5. Frank oyununu dahil eden Tiyatroadam ekibi, sahnede, kollarını gün geçtikçe daha iyi tanıyan, kendine has mizah anlayışıyla sert hikayeler anlatan bir ahtapota dönüşüyor

Erdem Şimşek






Geçtiğimiz sezon sahneledikleri Arturo Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı ile adından sıkça söz ettiren Tiyatroadam, bu sezon, programına Arturo Ui’nin yanına yeni bir oyun ekleyerek izleyicisi ile buluşuyor. Fatih Koyunoğlu yönetmenliğinde sahneye konan Friedrich Dürrenmatt’ın ünlü oyunu “5. Frank”, iki yüzyıl boyunca şiddet, hile ve dolandırıcılıkla dünyaya şekil veren Frank Bankası’nın ironik öyküsünü anlatıyor. Oyun “Size fakirleri, garibanları anlatsaydık üzülürdünüz, ağlardınız ama bu finans dünyasını, zenginleri anlatırsak, işte o zaman saksınız çalışmaya başlar” sözleriyle başlıyor. Frank Bankası’nın çalışanları aynı zamanda bir gangaster çetesini oluşturmaktadır. Ana hikayenin olay örgüsü, tüm kirli sırlarıyla, hem dışarıya hem de birbirlerine karşı çok acımasız olan bu çeteye 2 yeni üyenin dahil olmasıyla başlıyor. Onlar, baştan aşağı kötülüğe bulanmış bu acımasızlar çetesinin içinde kötülüğün ne demek olduğunu sarsılarak, kırılarak öğrenecek olan kişiler. Onları işe alan 5. Frank, ataları kadar acımasız olamadığı için çareyi, bankayı tasfiye etmek gibi başka türlü bir vurgunda bulur. Ancak 5. Frank’ın da bütünüyle masum olduğunu söyleyemiyoruz. O belki de yalnızca kan görmeye dayanamayan duygusal, içli bir kötüdür. Oyunun kuralları bellidir ve o da bir şekilde bu oyunun içinde olmak ister. Ancak para dünyasının içinde kimsenin piyon olmaya niyeti yoktur. Frank Bankası’nda gişe memurundan müdürüne herkesin kişisel arzuları ve bu arzuları sürekli besleyecek karanlık hırsları vardır.

Birinci dakikadan itibaren

Perdenin açılmasıyla birlikte dinamik, sert bir akışla ilerleyen oyun, izleyiciyi birinci dakikadan itibaren koltuğuna yapıştırıyor. Bütün izlyeicilerin yapılan işten keyif aldığını ortamdaki sinerjiden anlayabiliyorsunuz. O an yanınızdaki tanımadığınız bir kişi, “Ne hoş olmuş değil mi?” dese şaşırmayacaksınız. Kimsenin kötü esprilere abartılı kahkahalar atmaya gerek duymadığı, sürprizli mizansenleriyle kesintisiz, esnemesiz bir takibe geçtiğiniz bir oyun 5. Frank. Oyunun bir eksiği varsa o da ana hikayenin örenğin bir Arturo Ui’ye göre zayıf kalması. Adaletin yalnızca küçük olaylarda işleyebilme şansı olduğunun altını çizen oyunun özellikle sonlarında güçlü sözler olsa da, bu sözlerin hikayenin kendisi olmadığını unutmamak gerekiyor.

Kusursuz uyum

Arturo Ui’de hiçbir oyuncuyu başrole taşımayıp ana karakteri dönüşümlü bir şekilde oynayan ( Çünkü aslında ana karakter bir kişi değil, faşizmin kendisidir) Tiyatroadam ekibi, 5. Frank’da karakterleri sabit bıraksa da hepsine eşit mesafa koymayı sürdürüyor. Arturo Ui’de de çok iyi bir koordinasyona sahip olan ekip, bu kez bu uyumu tam anlamıyla zirveye taşıyor. Üstelik müzik olayını da bu kez kendileri enstruman kullanarak bir kademe yukarı taşıyorlar. Sahnede birçok oyuncuyu değil, tek bir oyuncuyu; on kollu bir ahtapotu izlediğiniz hissine kapılıyorsunuz. Büyümekte olan ahtapot, artık kendi kollarını da daha iyi tanıyor. Her kolunu bir karaktere dönüştüren ahtapot, 10 tane de görünmeyen küçük kolu varmış gibi, dekora ait perdeli pencere aralarından küçük şakalar yapıyor. Evet, bu ahtapotun kendine has bir mizah anlayışı var. Ama sert de bir üslubu olduğunu, sert hikayeler anlattığını söyleyelim. Masallardaki kumpanya arabalarında söyleneceği üzere; bu perdenin ardında sizi dev bir ahtapot bekliyor. Buyrun, içeri girin, kendi gözlerinizle görün…

- 1 Aralık 2014 tarihinde Yurt Gazetesi''nde yayınlanmıştır

1 Mayıs 2014 Perşembe

Kökleri çok derinde

Şehir Tiyatroları'nın seyirciyle buluşturduğu Kerbela, kanla beslenen insanlığın çölleşen dünyasında kurusa da yaşayan o ağacın hikayesini anlatıyor

Erdem Şimşek



Yaşanılan her şey zamanla bir hikayeye dönüşür. Gerçek, bir anlatı içine yerleşir. Bu, onun her zaman bozulması anlamına gelmez. Bazen o, gerçeğin içinde derin bir acı vardır. O acı, o kadar keskin bir öze dönüşmüştür ki, istese de sönemez, uçup kaybolamaz. Varlık bulmak için bir hikayenin içine yerleşir. Anlatılır, anlatılır, anlatılır… Gerçek belki değişmiştir ama özündeki acı, anlatıldıkça aynı keskinlikle içeride sancır. Gözyaşları akar her defasında; yeniden, bitimsiz… Hikayelerin her kültürde önemli bir yeri vardır. Ancak sözün, anlatının, kitapta yazılı olandan daha önde olduğu Alevi kültüründe hikayeler, inancın da temellerini oluşturur. Kerbela, ne yalnızca bir olay ne yalnızca bir hikayedir. Hasan’ın Kerbela’daki ağaç için Hüseyin’e söylediği gibi “Kökleri çok derindedir”. Onlar için Kerbela, Ahmed Arif’in “Tanı bunları, tanı da büyü” dediğidir. İnsanın insana ettiği, bu dünyanın tarihini oluşturur.

Ağır bir yumruk


İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, bu sezon Kerbela’yı seyirciyle buluştururuyor. Ali Berktay’ın yazdığı ve Ayşe Emel Mesci’nin yazdığı oyun, ağır sahnelerle açılıyor. Turnalar dönüyor, hikayenin ilk sözleri anlatılıyor, Hz. Ali’nin öldürülmesinin ardından Hasan ve Hüseyin’in yollarının ayrımı anlatılıyor. Ağır sahnelerle ilerlerken, hiç beklemediğiniz şekilde daha ağır bir sahne tarafından vuruluyorsunuz. Bu ağır, yumruk yediren bir ters köşe. Hz. Ali’nin, oğulları tarafından uğurlanışı, yaratılan görsel efektle ürkütücü ve vurucu bir biçim alıyor.

Üç kadın bir ağaç

Muaviye’nin ölümünün ardından hilafetin oğlu Yezid’e geçmesiyle Kerbela’nın kanlı yolu açılıyor. Hz. Fatma’nın oğlu Hüseyin’in düşüne girdiği sahne, ikinci güçlü mistik etkiyi yaratıyor. Hüseyin’in karanlık kuyularda yaşadığı çıkışsızlığı ve bir annenin öte taraftan oğluna “Gitme diyemem, kal da diyemem” dediği sesi, içimizin duvarlarında titriyor. 2. perdenin başlamasıyla rayına daha çok oturan oyun özellikle akılcı geçişleri, başarılı sahne ve ışık tasarımıyla dikkat çekiyor. Kerbela’daki ağacı, üç oyuncu bedenleriyle oluşturuyor. Bir eğiyorlar dallarını, bir ayağa kalkıyorlar. Ağacı canlı kılarak yarattıkları etki, herhangi bir dekorun yaratacağından çok daha fazla. Koro şeklinde şöylenen şarkılar da bazen kelimeler zor seçilse de, seslerin kullanımı da oldukça başarılı. Sahnelerin ve hikayenin nasıl tasarlandığını izlemek keyif veriyor.

‘Onlar bize çıplak görünürler’

Elbet, bu zor ve ağır bir hikaye. Susuzluğa olduğu kadar adaletsizliğe de mahkum edilenlerin hikayesi. Oyunda bu karanlık ağlarla örülü dünyaya karşı söylenen sözler zaman zaman alkış alıyor. Muaviye’nin ya da Yezid’in suretinde bugünün iktidarının yüzlerini görmek herhaldeki bizim sorunumuz değil. Hüseyin’in devlet erkanı için “Onlar bize çıplak görünürler” demesi gibi, biz de bu kostümlerin, rollerin altında yüzyıllardır yaşayarak bugüne kadar ulaşanları görebiliyoruz. Bir öze dönüşen acı, sonsuza kadar o öze susayan karanlık… Anlatılan insanlığın sonsuz hikayesi…

- 12 Nisan 2014 tarihinde Yurt Gazetesi'nde yayınlanmıştır

1 Ocak 2014 Çarşamba

Başrolde saygıdeğer faşizm!

Bertolt Brecht'in Tiyatroadam tarafından sahneye konan ve rolleri oyuncuların değil kıyafetlerin paylaştığı oyunda, başrolde sinsi ve işgüzarca yükselen faşizm var

Erdem Şimşek


2007 yılında Serdar Akar tarafından kurulan Tiyatroadam tarafından, Ümit Aydoğdu'nun yönetmenliğinde çağdaş bir yorumla sahneye konan Bertolt Brecht'in yazdığı “Arturo Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı”nın galası Ortaköy Afife Jale Sahnesi’nde gerçekleşti. Oyunun galasına Genco Erkal, Hakan Eratik, Mehmet Aslantuğ, Kenan Ece, Sarp Akkaya, Selen Uçer, Tolga Örnek, Janset, Hakan Gerçek, Göksel Kortay, İzzet Günay, Aliye Uzunatağan, Ayşecan Tatari, Güven Kıraç, Şoray Uzun, Kerem Kupacı, Serdar Orçin, Mehmet Özgür, Nejat Birecik gibi isimler katıldı.

Brecht’in savaş döneminde yazdığı anti-faşist bir oyun olan “Arturo Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı”nı seyirciyle buluşturan Tiyatroadam’ın, bu oyununda; Hitler'in iktidara yürüyüş öyküsü ile ünlü Chicago'lu gangster Al Capone'un öyküsü örtüştürülüyor. Oyunda, günübirlik çıkarlar adına iktidar ve sermaye sahiplerinin yasaları çiğneyerek işbirliği yaptığında; ülke siyasetinin, toplumsal düzenin onarılmaz ve geri dönülemez bir baskı rejimine dönüşebileceği gerçeği gözler önüne seriliyor. Yücel Erten’in çevirisiyle dilimizle buluşan “Arturo Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı”nda; Aşkın Şenol, Ayça Koyunoğlu, Berk Yaygın, Çetin Kaya, Deniz Özmen, Fatih Koyunoğlu, Gökhan Azlağ ve Neslihan Arslan başarılı performansıyla göz dolduruyor. Hızlı bir tempoda ilerleyen oyunda, 8 oyuncunun hiçbirisi başrolde değil. Oyundaki roller dönüşümlü olarak tüm oyuncular tarafından oynanırken, seyirci açısından rolleri belirleyen öğe, kıyafetler oluyor. Bu şekilde bir yandan toplumsal rollerin belirleyiciliğine dikkat çekilirken, oyuncuların da her birinin aynı rolü paylaşırken farklı performanslarıyla ilgiyi sürekli kılan bir seyir keyfi sağlanıyor.

- 19 Aralık 2013 tarihinde Yurt Gazetesi'nde yayınlanmıştır