27 Mart 2015 Cuma

O kuyunun dibinde biz varız

Çaresizlik Kuyusu bize şunu hatırlatıyor: Hayvanlar üzerinde deneyler yapan bilim adamları, bilimin ve bilginin ışığında insanın vardığı son noktanın bir ürünüdür 

Erdem Şimşek



Fethiye’de HDP ilçe binasının açılışında yaşananları hepimiz gördük. Öte yandan yine bu hafta içerisinde Amasya’da toplanarak yakılmış köpeklerin görüntüleri ortaya çıktı. Hayvanı yakmaktan insanı yakmaya geçişin çok ince bir çizgi üzerinden olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama hep unutuyoruz… Yakılan köpeklerle ilgili youtube’da paylaşılan videonun da altında “seçim öncesi karşı tarafı karalamak için yapılmış olabilir, her belediye yapıyor, köpeklerin dokuz doğurduğunu biliyorsunuz” gibi yorumlar var. Fethiye’deki olayın videosunun altındaki yorumlarda ise “Kimsiniz lan köpekler, Fethiye’me geliyorsunuz, burası güneydoğu değil, akıllı olacaksınız” gibi yorumlar var. O çizgi çoktan geçilmiş. İnsanı insan yapan bir şeyler varsa bile birçok insanın yüzüne baktığımızda bunu görmek pek mümkün olmuyor. Bu durumu yalnızca eğitimszliğe yüklemiyorum. Eğitim önemlidir ama bazen de bir ezber üzerinden sorunları derinleştirir, görünmezleştirir. İnsanın üstünlüğü meselesi tam da böyle bir şeydir. Baştan söyleyeyim, hep söyleyeyim: İnsan, üstün falan değildir. Evet, bazı yönleri gelişmiştir ama bazı yönleri de kısırlaşmıştır, körelmiştir. Hala birçok kitapta yalnızca insanın dili kullandığından bahsedilirken, her geçen gün hayvanların da iletişim kurabildiklerine dair veriler ortaya çıkıyor. Sevgi , erdem, varlığın kendisi ile birliği, doğa ile bütünlüğü konularında bizim varamayacağımız noktalarda oldukları da su götürmez. Bizim yaşamamız kendimizi ve çevremizi kandırarak. O zaman burada duralım. İnsan aklının gelişkin olduğunu teslim ederken şunu vurgulayalım: peki insan mıdır aklını kullanan, o akıl mıdır insanı kullanan?

EDEBİYATIN GERÇEKLERİ

İnsanın ne olduğunu anlamanın yolu insan tarafından geliştirilmiş kurumların, yapıların içindeki rollerimiz üzerinden anlaşılamaz. Tüm o yapıların dışındaki hayvanlar ve doğa, bize ne olduğumuzu hatırlatacak, öğretecek şeylerdir. Bu yüzden hayvanlara dair kitaplar okumak da önemlidir. Edebiyatın bilim olmadığını, bilim kadar ispat istemediğini hatırlatırım. Biz ispatlanana kadar beklesek de, edebiyat bize kendi hissettiği gerçekleri söyler. Bilim dünyası geçtiğimiz günlerde köpeklerin sesleri insanlar gibi algılayabildiğini duyurdu. Bakın o zaman Lydia Millet ilk kez 2010 yılında basılan Çaresizlik Kuyusu’nda ne yazmış: “Köpek gezdirici, köpeklerin kelimelerle işi olmamasına minnettardı çoğu zaman, yine de ses tonundan anlıyorlardı. Deri pantolonlu kadının onları gücendirdiğinden şüphelenmişti, çünkü kapıya ilerlerken başlarını eğmişlerdi. Köpekler seslerin anlamını çözebiliyorlardı.”

EN ÜST NOKTADA CİNAYET!

Çaresizlik Kuyusu, çok iyi düşünülmüş ve aynı derecede iyi yazılmış bir kitap. Tarihten öğeler de taşıyan öyküler bize farklı noktalardan hayvan ve insan arasındaki çizgilere dair hikayeler anlatıyor. Hayvanlar üzerinde yapılan deneylerden, bir insandan çok bir hayvanı sevme sebeplerimize, Chomsky gibi en aydın kişilerin bile doğası gereği bilemeyeceklerinden hayvana dair korkulara nasıl baktığımıza kadar geniş açılarla hikayeler anlatarak bize ne olduğumuzu sorgulatıyor.

Kitabın ilk öyküsü “Yavru Maymunlarda Bağlanma”, deney için uzun süre izole edilen yavru maymunları anlatır: “Çaresizlik kuyusunın yanından geçerken, Minetrone’nin kuyusuna baktı. Başını gördü. Maymun öylece duruyordu. Onu izlemeye başladı, hayvan kımıldamadı. Maymunda hiçbir canlılık emaresi yoktu. Sonunda vazgeçmişti. Artık pes etmişti. Cılız kolları vücudunun iki yanına sarkmış, hiçbir şey yapmıyordu. Kamburu çıkmış küçük bir yaratık. Hiçbir şeyi kalmamış. Tamamen gitmiş.” Maymunu bu duruma getiren bir bilimadamıdır. Bilim ve bilginin ışığında insanlığın vardığı noktanın bir ürünü olan bilimadamı!

BUDALA PRİMAT

“Kız ile Zürafa” isimli öyküde Kız, dişi bir aslanın adıdır. Bir film çekiminin ardından Oğlan isimli bir başka aslan ile birlikte bir insan tarafından sahip edinilmiştir. Aslanların sahibi George Adamson, onları doğaya da gidebilecekleri bir çiftlik evinde besler. Kız, vahşi hayata çabuk uyum sağlarken, Oğlan pineklemeyi ve Kız’ın getirdiklerini yemeyi tercih eder. Bir gün Kız, bir grup zürafayı kaçırır ve bir yavru zürafa ile başbaşa kalır. Ancak bu kadar kolay bir avı yakalamak yerine bir anda durur. Aralarında gizli, sessiz bir anlaşma gerçekleşir: “Sanki dünyanın tüm olasılıkları Kız’la zürafanın içinden akıp gitmişti, dedi Adamson. Ve kendisi, olup biteni anlamaya çalışan ve anlayamamanın verdiği, sabırsızlık, kızgınlık ve huzursuzlukla çalıların arasında çömelmiş bir primattı budala olan. Primat olduğu için onları izlemişti ve primat olduğu için sonsuza dek onlardan ayrı kalacaktı”

Çaresizlik kuyusu, insana ve hayvana dair çok perspektifli bir içerik sunuyor okura. Kurumların ve kalıpların şekillendirdiği akıl tarafından yönetilmek değil, aklının ve kendisinin unutulmuş, geride bırakılmış sırlarını yeniden keşfetmek isteyen okura, bilimin istediği kesinliğe ihtiyaç duymayan edebiyatın dilinde acı, soğuk, güzel hikayeler anlatıyor.




Çaresizlik Kuyusu

Lydia Millet

Kolektif Kitap, 2014

153 Sayfa

– Yurt Gazetesi’nde 11 Mart 2014 tarihinde yayınlanmıştır

0 yorum: